Hepimiz bir hikayenin devamı olarak geliriz hayata; ilk ilişki kurduklarımızın, bizi büyütenlerin hikayesinden başlar bizim hikayemiz de. Onlar bize hayata dair ilk öğretilerini sunarlar. Biz de kendimizi ve dünyayı onların öğrettikleri üzerinden değerlendiririz.
Zamanla çevremizdekiler çoğalır, biz gelişiriz. Hayatımıza katılan her birey de bize başka başka bakış açıları sunar. “Hepimiz piyanodaki ayrı tuşlar gibiyiz.” sözü bunu çok güzel betimler aslında. Her bir tuş ayrı bir nota ve hep birlikte bir melodi oluşturur. İşte biz de o değişik seslerle besleniriz ve kendi hikayemizi yazmaya başlarız.
Bu hikayede geçmişin yükleriyle de yükleniriz, hiç gidilmeyen yolları da deneriz. Bazen en bağımsız olduğumuz anda ne kadar aynı yolları geçtiğimizi görürüz; bazense sıradan oldum zannederken en özgünü bulur benliğimiz.
Durup düşündüğümüzde geçmişin bize öğreticiliğine minnettar oluruz.
Ancak bazı zamanlarda anlarız ki geçmişte yaşanılan acılar, dinlediğimiz hüzünlü anılar, beklentiler, yargılar bizim bir yanımız olmuş. Onları bizim bir parçamızmış gibi sahiplenmişiz. Onlarsız biz eksikmişiz gibi gelir.
Halbuki taşıdığımız yükü fark etmek ve o yükü bırakmayı bilmek bizi ne çok hafifletir. İçeride konuşan yargılayıcı sesin bizden çok başka bir ses olduğunu görmek… O yükten, o sesten uzaklaşabilmek… Görmezden gelmek değil, ona karşı sağlıklı bir ses geliştirmek… Ne büyük ne anlamlı bir hediye vermektir kendi hayatımıza…